16 Haziran 2007

ÇOK BADEMLİ MUZLU KEK


Aslında bırakın kek yapmayı, yemek yiyecek vaktim bile yok. Ama ara sıra insanın ruhunu ve zihnini rahatlatması gerekiyor. Bu durumda bir bahane bulmak oldukça kolay oluyor. Benim bahanem buzdolabında duran ve artık kimsenin yüzüne bakmadığı muzları ziyan olmaması olu. Açıp bir muzlu kek tarifi buldum, değişik bir şey. Ben de biraz ekleme yaptım. Ortaya çok bademli muzlu kek çıktı.

MALZEMELER:
125 gr tereyağı
½ su bardağı toz şeker
2 yumurta, hafifi çırpılmış
1 paket vanilin
3 olgun muz
½ su bardağı süt
1 paket kabartma tozu
2 su bardağı un
(ben organik tam buğday unu kullandım)
½ su bardağı kavrulmuş badem

Önce bademleri hazırlamakta fayda var. Yarım bardak bademin üstüne kaynar su doldurun ve birkaç dakika bekletin. Kabuklar yumuşayacak ve ayırması kolay olacak. Ama tabi yine de yeni manikürlü ellere tavsiye edilmez :) Bademlerin kabuklarını soyup ikiye bölün. Ben bunda çok badem olsun v ısırınca badem yediğimi anlayım istedim ve bademleri sadece ikiye böldüm.
Kek için önce tereyağı ve şekeri kremamsı kıvama gelene kadar çırpıyoruz. Sonra önceden hafifçe çırptığımız yumurtaları yavaş yavaş karışıma ekleyerek çırpmaya devam ediyoruz. Muzları ezip vanilinle beraber karışıma ekleyip mikserle çırpmaya devam ediyoruz.

Geçen gün Yeniköy’deki City Farm’ı gezmiş ve fiyatların sandığım gibi olmadığını görünce bir sürü erzak almıştım. İşte oradan aldığım organik tam buğday ununu bu kekte kullanayım istedim. Pek çok markanın tam buğday unu var, marketlerde bulabilirsiniz. Ama beyaz un da kullanmakta hiçbir sakınca yok. Son olarak sütü, un ve kabartma tozunu ekleyip karıştırıyoruz. Karışıma kıtır kıtır bademlerimizi atıp kaşıkla şöyle bir karıştırdık mı tamamdır.
20 cm’lik yuvarlak bir kalıbı yağlayıp karışımı içine alıyoruz. 180 dereceye ısıtılmış fırında 1 saat kadar pişiriyoruz. Tabii 1 saatlik pişirme süresi uzun süre evin içinde inanılmaz bir koku olmasını sağladığı için fırından çıktığında soğumasını bekleyecek sabır kalmıyor insanda ama mecbur soğumasını bekliyoruz. Servis tabağına alıp dilerseniz file bademle süsleyebilirsiniz. Yazın pek çok şeyi dndurmayla servis etmek keyifli oluyor. Bu keki de dondurmayla servis etmek isterseniz karamelli veya bademli (ya da en güzeli Mado’un içinde kocaman bademler olan karamelli dondurması) dondurmayla servis etmenizi öneririm. Hayatımda hiç bu kadar yoğun muz tadı olan bir kek yememiştim. Muz severlere duyurulur.

Etiketler:

04 Haziran 2007

YAZ, MEYVELER, KEDİLER (bir de patlıcanlı bulgur pilavı)



Yaz günleri... Her mevsim dönümünü kutlarım kendimce. Ama bu her mevsimi sevdiğim anlamına gelmez tabii. Daha önce çokça söyledim belki, ama bir türlü sevemedim şu yazı. Çok sıcak. Ben sıcaktan hiç hoşlanmam. Ama yaz meyveleri yok mu... İşte bir tek onlar çekilir kılıyor bu sıcak mevsimi. Yaz gelince, hava bu kadar sıcak olunca insanın canı ne bir yemek çeker ne de yapabilir. Tabii canının istemediği hiçbir şeyi yapamayan biri olmak bana özgüyse bilemem. Ama sonuçta sıcak günlerde beslenme anlayışım şu yanda gördüğünüz güzellerle oluyor. Görüntüsü bile insanı mutlu ediyor galiba meyvelerin, hele mevsimindeyse, hele tazecikse.
Dolayısıyla mutfak maceraları sekteye uğruyor. Eh hiç mi yemek yemiyoruz? Yiyoruz tabii. Mesela patlıcanlı bulgur pilavı.

En sevdiğim lezzetlerden biri. Cacık veya salata. Yazın vazgeçilmezleri. Aslında patlıcanlı bulgur pilavı benim için çok sıradan bir yemek olsa da birçok arkadaşımın böyle bir yemekten haberi olmadığını duyunca hep şaşırıyorum. Yapımı oldukça basit. 1-2 patlıcanı küçük doğrayıp az ağda çevirerek kızartın. İnce kıyılmış soğan ve biberi kavurup, patlıcanları da üstüne koyup (ben gerçi hepsini aynı tencerede yapıyorum) üstüne bulguru ve suyu koyup, tuzunu da ekip kapağını kapıyoruz. Yanına da bir güzel yoğurt koyup afiyetle yiyoruz.
Ne yazsam araya bir yemek tarifi giriveriyor galiba. Aslında tarif vermek için başlamamıştım yazıya :) Hafta sonumu anlatmak istemiştim. Böyle havalarda hafta sonları insan nereye gitsek diye bakınmaya başlıyor. Artık ev yetmiyor. Hele önünüzde çok yoğun geçecek iki hafta varsa, ve içinizde adın koyamadığınız bir sıkıntı da varsa... Genelde deniz kenarları özlenir böyle durumlarda, deniz şehirlerinde sahile inilir. Oralardaki bahçeler, çaycılar, lokantalar tercih edilir. Ama bu sefer ben istemedim. Belki denizi olmayan şehirlerdekiler bu dediğimi anlamsız bulacak ama sıkıldım deniz kenarına gitmekten. Deniz kenarında kahvaltı etmekten. Niyeyse bu hafta sonu hiç de içimi açmadı. Ben ve içimdeki sıkıntı yeşile ihtiyaç duyduk. Ağaçlar, meyveler, serinlik, yaprak gölgeleri arasından süzülen ışık huzmeleri...



Ve kendimi Yeniköy Kahvesinde buldum. Bir kez kışın gelmiştim buraya. Ama şimdi ağaçlar yeşermiş, meyveler renklenmiş. En önden bir masa bulduk şansımıza. Aradan deniz de gözüküyor isteyene. Sonra minik bir kedicik geldi. “Ben sana geldim. Tüm sıkıntını alıp uçuracağım” dedi. Kucağıma çıktı. Bir güzel yerleşti ve sakin sakin uyudu mırlayarak. O kadar güzel ki. Bir canlı, sizden hiç şüphe etmeden, hiç zarar beklemeden, hiç korkmadan kendini nasıl da sevgiyle bırakabiliyor size. Hiç korumasız, gardsız... Öylece yatıp uyuyor.



Dönüyor, göbeğini açıyor, patisini size sarıyor... Sanki bu dünyaya insanları mutlu etmeye gelmiş kediler. Nasıl da tüm anlamsız iç sıkıntısını alıp havaya karıştırıyor. Sonra kafanızı kaldırıp başınızın üstünde fark etmediğiniz vişneleri görüyorsunuz dalında, ağaçların birbirine dolanmış dalları arasından erikler de gülümsüyor. Birden hayat güzelleşiyor, birden yüzüm gülüyor. Şimdi her şey güzel görünüyor.



Bir de Yeniköy Fırınına gidip ne alsam diye bakınıyorum. Gözüme uzun pide gibi bir şey ilişiyor. “Mahlepli Paskalya Çöreği” diyorlar. Sardırıp başka bir ağaç altı bulunuyor. Çaylar söylenip koparılarak yeniyor mahlepli paskalya çöreği. “Aa, içine kuru üzüm koymuşlar bunun” diyerek, çaylar yudumlanıyor. Denize, yeşile, İstanbul’a ve kedilerine koca bir teşekkür tebessümü veriliyor...

Etiketler: