28 Temmuz 2006

yaz hayalleri...


Pek yazamıyorum bu aralar.
Yaz geldi.
Yaz…
Bana pastel
renkli çiçek bahçesi tablolarının rehaveti çöktü. İçimde hep o yeşil-pembe buğulu renklerin huzuruyla hafif bir dalga sesi ve biraz esinti arıyor ruhum… Kitaplar, yazmak, yazın yapılması ayarlanan çeviriye başlamanın mutluluğu da var tabii. Gözümün önüne sarı kır çiçekleriyle bezenmiş göl kenarında uçsuz bucaksız bir kır geliyor. Daha önce gitmediğim, görmediğim bir yer. Ama sanki o sarı kır çiçeklerinin arasında, başımda kurdelesi uçuşan bir hasır şapka, yere kırmızı pötikareli bir örtü serip piknik yapmalıyım sevdiklerimle… Orada çimler uzanıp kitap okusam ait olduğum yerde hissedeceğim sanki kendimi…
Veya ince kumlu bir sahilde, esintiye karsı, şezlonga uzanıp kitap okumalıyım… Sabahın ilk ışıklarında upuzun sahilde, ayaklarıma dalgalar değerken kumsalda yürümeliyim… Bu aralar böyle masalsı bir hayal dünyasındayım.
Yaz böyle yapıyor beni…

14 Temmuz 2006

DAMLA ÇİKOLATALI KURABİYE veya KAHVE YANI KURABİYESİ :)


MALZEMELER:
125 gr tereyağı
50 gr toz şeker
60 gr kahverengi şeker
1 yumurta
½ yemek kaşığı vanilin
125 gr un
1 paket kabartma tozu
150 gr damla çikolata

İngilizcesi ‘chocolate chip cookies’ olan bu kurabiyeler benim için her zaman kahve kurabiyesidir. Aslında biraz kabarmaları gerekir ama benimkiler nedense hep incecik olur, ben de onlara disk kurabiyeler derim. Disk ya da değil tatları hep muhteşem olur. ‘Kahve yap, kahve yaap’ der gibi bakarlar :) Kahve ve kurabiye sevenlere…

Şekerleri ve tereyağını robota koyup pürüzsüz olana kadar karıştırın. Yumurtayı çırpıp vanilinle beraber robota ilave edin ve karıştırın. Eğer robot yoksa, bir kasede tereyağı ve şekeri krema kıvamına gelene kadar çırpın ve yine çırpılmış yumurtayla vanilini ekleyin.
Tereyağlı karışımı bir kaseye alıp içine un ve kabartma tozunu eleyerek koyun. İyice karıştıktan sonra damla çikolataları ekleyin.

Fırını 180 dereceye ısıtın. Yağladığınız veya fırın kağıdı serdiğiniz tepsiye aralarında çokça boşluk bırakarak karışımdan birer tatlı kaşığı koyun. 10-12 dakika kadar, üzerleri altın sarısı olana kadar pişirin.
Birkaç dakika tepside soğumaya bırakıp fırın teline dizin ve iyice soğuyana kadar bırakın. Eğer kurabiyeleriniz birbirine yapışmışsa sıcakken arlarını bıçakla ayırabilirsiniz, fırından çıktıktan bir iki dakika sonra sertleşmeye başlayacaktır.
Soğumasını bekleyecek kadar sabır gösterdikten sonra bir fincan kahve yapıp yanında afiyetle yiyin :)

Etiketler:

06 Temmuz 2006

PESTOLU EKMEK


MALZEMELER:
Pesto:
50 gr taze fesleğen
30g çam fıstığı
3 diş sarımsak
85ml zeytinyağı
Tuz ve karabiber

Hamur için:
500 gr tam buğday unu
1 paket instant maya/ yaş maya
3 çay kaşığı zeytinyağı
1½ çay kaşığı tuz
1 yemek kaşığı şeker
350 ml süt/su


Bu, uzun zamandır denemek istediğim bir tarifti. Taze fesleğen çıkınca mutlaka yapacağım diyordum. Sonunda geçen hafta taze fesleğenlerim geldi :) Tarifin aslı beyaz unla yapılıyor ama ben tam buğday unu kullanmak istedim. Siz de tercih ettiğiniz unla yapabilirsiniz.
Pesto sosu için önce çam fıstıklarını bir tavada kavuruyoruz. Fesleğen, çam fıstığı ve sarımsağı robota koyup iyice karışmasını sağlıyoruz. Benim doğrayıcım sadece ufaltıp birbirine harmanlamadığı için blender kullandım, sizin mutfak robotunuz da aynı şekildeyse blender kullanın. Bu karışıma, blender veya robotu durdurmadan yavaş yavaş zeytinyağını ekleyin. Tuz ve karabiberi de ekleyip sos kıvamına gelene kadar karıştırmaya devam edin. Pesto sosunu bir kavanoza alıp buzdolabında saklayabilir ve istediğinizde kullanmak için çıkarabilirsiniz. Makarnalarınıza sos olarak da kullanabilirsiniz. Ama ben zaten az bulunan taze fesleğenle yapılan bu güzel sosu daha verimli bir tarifte kullanmayı tercih ettim.
Ekmek için tüm malzemeyi derin bir kaba alıp yoğuruyoruz. Ben süt ve su karışımı kullanıyorum. Ağırlığı süte vererek. Sadece sütle veya sadece suyla da yapabilir, benim gibi karıştırarak da kullanabilirsiniz. Süt ve suyun ılık olmasında fayda var. Eğer yaş maya kullanıyorsanız, onu her zamanki gibi ılık suyla hazırlayıp hamura katıyoruz ama ben rahat olduğu için instant (çabuk) maya kullanıyorum. Hamurun üstünü kapayıp sıcak bir yerde hacmi iki katına çıkana kadar (yaklaşık 1 saat) dinlendiriyoruz. Kabaran hamuru un serpilmiş bir yüzeye alıp elimizle dikdörtgen şekli veriyoruz. İçine pesto sosunu yayıyoruz. (Sosun hepsini kullanmak zorunda değilsiniz. Gözünüze fazla gelirse kalanı kavanozla buzdolabında saklayabilirsiniz) Hamuru rulo şeklinde sarıyoruz. Yağlı kağıt serilmiş tepsiye, ruloyu kapadığınız bölümü altta kalacak şekilde yerleştirip tekrar üstünü örterek sıcak bir yere koyuyoruz. Bir saat daha bekletiyoruz. vaktiniz yoksa daha az da bekletebilirsiniz ama ne kadar mayalansa o kadar iyi olur. Ekmeklerin üstüne biraz su sürüp 200 dereceye ısıtılmış fırında kabarıp üstü kızarana kadar pişiriyoruz.
Not: Fırına içinde kaynar su olan küçük bir kap koyarsanız ekmeğin üstü çatlamaz.

Ekmekten ziyade çörek tadında oluyor tabii :) Üzerine krem beyaz peynir veya labne sürmek de pek güzel olur :)
Afiyet olsun!
Not: Benim fotograflar çok karanlık çıktığı için, fikir olması için internetten bulduğum fotoğrafı kullandım. Benimki daha kahverengi bir ekmekti tabii :)

Etiketler: ,

02 Temmuz 2006

KÜÇÜK BİR MARTI BU JONATTHAN , KÜÇÜK BİR MARTI O KADAR...

Bir iki hafta önce adaya gidip balkona çıktığımızda tam önümüzdeki çatıda bir martının oturduğunu gördük. Bunda şaşıracak bir şey yok tabii. Burgaz’da martılar hep oturur çatıda. Biz de alışığız önümüzdeki çatıda martılar yürümesine… Ekmeklerimizden pay edip onlara da vermeye… Ama bu martı farklıydı. Oturduğu yerden hiç kalkmıyor ve gözlerini bizden ayırmıyordu. Anladık ki altında yumurtası var. Hareket etmeye bile çekindik. Onu huzursuz etmek istemedik. Ona zarar vermeyeceğimizi, tehdit altında olmadığını bilsin istedik. Bir de baba var tabii. Sürekli yanında. Çatının üstünde gezip duruyor. Ara sıra uçuyor denize, geri geliyor.
Sonra İstanbul’a döndük. Yavrusunu bekleyen martı ailesini unutup günlük koşuşturmacımıza daldık.

Dün sabah yine adaya gidip balkona çıkana kadar… Bir baktık ki kafası siyah benekli, gri renkli bir civcive benzeyen küçük bir kuş. Öyle hoşumuza gitti ki… Bebek martının yanında sürekli annesi. Yine tedirgin etmekten korktuk. Yaz gelmeden önce tenha bir yerde kurdukları yuvaları yazın gelmesiyle insan akınına uğrayan, gürültülü bir yer olmuştu. Ama yapacak bir şey yok. Elimizden geldiği kadar dostça davrandık onlara. Ve bütün gün seyrettik onları. Eh adı Jonatthan olsun dedik. Tamam çok yaratıcı değil biliyorum ama öyle geldi içimden. Yolda yürürken gördüğümüz diğer yavru martılara daha yaratıcı isimler koyduk gerçi :) Bizim Jonatthan’ın aynı bebekler gibi yalpalayarak yürümesini seyrettik palet ayaklarıyla. Uyurken annesinin yanında beklemesini… Başka bir martı geldiğinde anne martının üstüne yürümesini ve baba martının davetsiz misafiri nasıl kovaladığını… Denizden yemek getirmelerini seyrettik. Anneye attığımız minik ekmek parçalarını bir süre sonra çıkarıp yavrusuna yedirmesini izledik. Hiç birini kendi yememiş, hepsini saklamış. Malum blender yok, doğanın kendilerine verdiği yöntemle yavrusunun yiyebileceği hale getiriyor :) Bir ara bebek Jonatthan’ı göremeyip balkondan sarkabileceğimiz her açıdan bakarak iyi olduğuna emin olmak istedik. ‘Ne tatlı değil mi’ dedik. Her türlü martı sesini ezbere alıp akşam vapura bindik.
Doğanın inanılmaz döngüsünü izlemenin, hayvanların yavrularına nasıl sahip çıktığını, nasıl koruduğunu görmenin verdiği bu tarif edilemez duyguyu—heyecan, mutluluk, hayret belki de—yazıp paylaşmak istedim. Yazayım ki unutmayayım. Yazayım ki unutmayalım.